top of page

Sanmak ile Bilmek Arasında: Zihnin İnce Oyunu

  • Yazarın fotoğrafı: Simay Ahi
    Simay Ahi
  • 7 Kas
  • 2 dakikada okunur

İnsanın en büyük yanılgılarından biri, sandığının gerçek olduğunu düşünmesidir. Bir düşünce, bir his, bir izlenim… Ne kadar güçlü olursa olsun, “sanmak” ile “bilmek” arasındaki o ince çizgi bazen fark edilmeyecek kadar silikleşir. Psikoloji bilimi ise tam da bu çizginin üzerine eğilir: insan zihninin gerçeği nasıl inşa ettiğini, hangi yanılgılara isteyerek daldığını, neyi neden “sandı­ğını” anlamaya çalışır.


Sanmanın bilişsel kökleri

Bilişsel psikolojiye göre, “sanmak” bir varsayım üretme mekanizmasıdır. Beyin, eksik bilgiyi tamamlamak için anlam yaratır. Bu, evrimsel olarak hayatta kalmamızı kolaylaştıran bir işlevdir.Bir çalının arkasında hışırtı duyduğumuzda “bir hayvan var” sanmak, bizi potansiyel tehlikeden korur. Ancak aynı mekanizma, günümüz ilişkilerinde, iletişimde veya benlik algısında bizi yanıltabilir. Artık çalıların arkasında yırtıcılar yoktur; ama bir mesajın geç gelmesi, bir bakışın yönü, bir sessizlik bile zihnimizde tehdit gibi yorumlanabilir. Beyin, boşlukları “sanarak” doldurur.

ree

Sanmak ve duyguların dansı

Sanmak, sadece düşünsel değil, aynı zamanda duygusal bir süreçtir. Birini yanlış anladığımızda, çoğu zaman aklımızdan çok kalbimiz “sanar.” Sevildiğimizi, değersizleştirildiğimizi, unutulduğumuzu... Oysa duygular, her zaman gerçeğin göstergesi değildir; onlar, zihnimizin geçmiş deneyimlere dayalı yorumlarıdır.Psikodinamik açıdan bakıldığında “sanmak”, aktarımın da bir yansıması olabilir.

Bir başkasına karşı hissettiğimiz öfke, korku ya da sevgi, çoğu zaman geçmişte başka birine ait duyguların bugüne taşınmış halidir. Biz sanırız ki o kişi bize böyle hissettiriyor; oysa geçmiş, bugünün içine sızmıştır.


Sanmanın ilişkilerdeki yeri

İlişkilerde “sanmak”, iletişimin en sessiz düşmanıdır.Birçok çatışmanın temelinde “Ben öyle sandım.” cümlesi yatar.Kişi, partnerinin düşüncesini, niyetini veya duygusunu kendi zihninde tamamlar. Bir bakışın soğukluğunu ilgisizlik sanır, sessizliği onay sanır, yoğunluğu sevgi sanır.Halbuki bu sanılar, çoğu zaman kendi ihtiyaçlarımızın ve korkularımızın yansımasıdır. Gestalt terapide buna “tamamlanmamış Gestalt” denir: kişi, boşlukları kendi hikâyesiyle doldurur çünkü belirsizlik dayanılmaz gelir. Bilinmezlik, zihni rahatsız eder; bu yüzden “sanmak”, bir tür psikolojik savunmadır.


Sanmanın nöropsikolojik temeli

Nörobilim araştırmaları gösteriyor ki insan beyni, gerçeği algılamaz — gerçeği tahmin eder.Beyin sürekli olarak dış dünyadan gelen verileri yorumlar ve geçmiş deneyimlere göre bir tahmin üretir. Yani beynimiz, dış dünyayı “gördüğü” kadar “sandığı” biçimde de deneyimler. Bu nedenle iki kişi aynı olayı tamamen farklı algılayabilir. Çünkü her biri kendi zihinsel modelleriyle dünyayı “yeniden kurar.”


Sanmaktan fark etmeye geçmek

Terapi süreci, çoğu zaman “sanmayı fark etme” yolculuğudur. Kişi, “Ben hep böyle olur sanıyordum” dediğinde, zihinsel kalıplar çözülmeye başlar. Çünkü fark etmek, sanmanın panzehiridir. Bir şeyi sandığını fark etmek, onu artık sorgulayabilir hâle gelmektir — ve bu farkındalık, zihnin özgürleşmeye başladığı andır.

Bilinçli farkındalık pratikleri de bu dönüşümde etkili bir araçtır. Düşünceleri, duyguları ya da beden duyumlarını “gerçek” olarak değil, “deneyim” olarak gözlemlemeyi öğretir. Böylece kişi, “sanmak”tan “görmek”e geçer.



 
 
 

Yorumlar


Copyright © 2025 Uzman Klinik Psikolog Simay Ahi. Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page